MUM DİBİNE IŞIK VERMEZ
Bu yazı, Paskalya yazısı kadar ilginç gelmeyebilir baştan söylemesi bu fakirden. Malumunuzdur ki kendine yabancı olana daha bir meraklı, daha bir ilgili olabiliyor insan. Elbette genellemek doğru olmaz fakat ataların da dediği gibi “Mum dibine ışık vermez” misali ya da çok haşır neşir olmaktan olsa gerek görmezden gelir burnunun dibindekini. Evindeki çocuğuna kıymet vermez komşu çocuğuna verdiği kadar kimi babalar mesela. Nasılsa kendi çocuğudur, şımartmaya gerek yoktur. Gittiği bir ülkenin değerlerini öğrenmeye daha meyilli olur, kendisinin ki evde beklerken.
Benim -sizden iyi olmasın- çok sevdiğim, kıymetli bir dostum, hattâ ablam diyebileceğim bir insan yaşar Selanik’te. Sosyalist değerleri benimsemiş bu güzel insanla bundan birkaç sene evvel yaptığım bir sohbette, konu milliyetçiliğe geldiğinde “ben kültürel milliyetçiyim” demesini çok yadırgamıştım. Nasıl olur da bir sosyalist “milliyetçi” olur diye. Nihayetinde sosyalist olmak halkının yarattığı kültürel değerlere yabancı olmak anlamına gelmiyordu onun için. Aynı, komşu çocuğuna iyi davranırken kendi evladına acımasız olabilen baba misali yanlıştı onun için bu tutum. Pekâlâ siyasi düşüncesi ne olursa olsun kendi değerleriyle barışık olabilmeliydi insan.
Bu tür yazıları fazla kaleme almadığımı bilir arkadaşlarım. Daha çok dost meclislerinde, en fazla bir tur esnasında beni dinleyenlere anlattıklarımdan, Paskalya’ya gösterdiğim özeni göstereceğim bugün Miraç gecesi için. Bir seçki derledim, o’nu paylaşmak isterim;
KÜLTÜREL İSLAM’DA AKLI BATI’DA İKEN KALBİ DOĞU’DA KALMAK
Tanrı ‘ya inanır ya da inanmazsınız, bu ayrı bir meseledir içinde yaşadığınız toplumun değerleri ile büyüyor şekilleniyor olmak gerçeğinin farkında olmak ve bunun üzerinden meselelere çözüm üretmek gereği tartışılmazdır.
Bu sene enteresan rastlantılar senesi oldu. İktidarın meşruiyet tartışmalı, diriliş vaat eden seçimi ile İsa Peygamber’in diriliş günü olan Paskalya aynı güne denk gelmişti. Şimdi de Miraç gecesi ile 23 Nisan aynı gün yaşayacağız. Otuz altı ülke gördüm arkadaşlar, hiçbirinde bizimki gibi değer atfedilen günlerin yıllar boyunca takvim yapraklarında yer değiştirenine rastlamadım. Belki de hayatımızın en güzel anılarına sahip olduğumuz bu bayramların kimisi hicri kimisi miladi. Belki de biraz da bunda aramak gerek aklımız batıda iken kalbimizin doğuda kalışını.
“Miraç insanın dışarıda maddi bir sema’ya değil, kendi manevi sema’sına yükselmesidir. Geceleyin karanlıkta yürümeyi (isra) beceremeyen göğe yükselmeyi (miraç) düşlemesin!” derler ya ne de doğru derler. Gelin görün ki 1429 sene öncesinin maddesel dünyasını bugünden bakarak, bugünün kavramlarıyla anlamaya çalışan, gözleri açık fakat kalpleri mühürlenmiş olanlar, görünenleri (zahiri) anlamıyla kavramaya çalışınca “geri dönüldüğünde hâlâ sıcak olan yatağı” kavramakta sıkıntı duyabilirsiniz insan. Allah’ı maddede ya da zahirde aramaya benziyor, nitekim bir binek arıyor yedi kat semaya çıkacak. Bazen bir at, bazen bir araba ya da cip pahalısından.
Musa ile Hızır’ın öyküsünü zahirinden anlayandan, arkasındaki sırrı göremeyenden Miraç’ı anlamasını beklemek, hiç gelmeyecek bir otobüsü beklemekten farksız sanki. Hele ki O sana şah damarından daha yakın ve hiçbir yere sığmıyor iken sıradan bir kalbe sığabiliyorum derken.
Özenle seçmeye gayret ediyorum kelimelerimi, yanlış anlaşılmak, okuyanı vermek istediğim mesajdan saptırmaktır endişem. Mesele şu ki, utandığını görüyorum kimi zaman insanımın kendi dininden ve yarattığı kültürel birikimine. Bunun nedeni tamamen kendi evindeki çocuğa olan ilgisizlikten ve 10m yüzyıldan bu yana unutulmuş olan aklın yolundan. Beğenir ya da beğenmezsiniz, İslâm’ın kültür dünyamıza tek ve biricik hediyesi AKIL mirasıdır. AKIL’dan başka gerçek bir değer yoktur. Bunu örneklerle açıklayarak konuyu günümüz Türkiye’sinin gündemine bağlamaya çalışacağım. Dilim sürçerse, şimdiden affola.
AKIL ETMEZ MİSİNİZ?
Akıldır insanı sorumlu bir varlık haline getiren. Bilinç de diyebiliriz aslında hani şu öyküler anlatılan BİLME ağacının meyvasını ısırınca Havva’da zuhur eden. Aklını kullanmaya başladığı zaman çıkar insan çocukluktan, öncesinde günahsızdır, babasının günahından da sorumlu değildir insan. Bireydir. Sadece kendinden sorumludur. Yoktur bir tane akla aykırı, ölüleri dirilten ya da denizleri yaran mucizesi. Peki Neden?
Mucize “acz” kökünden türeyen, GÖRENLERİ acziyet içinde bırakan haldir diye tarif ederler. Akla ve genel kabule aykırı olması, hayret uyandırması, en az bir de göreni olması gereken vak’adır mucize.
Îsa’da, Mûsâ’da, Davut’ta ve daha nicelerinde görmeye alışık olduğumuz türden bir mucize kabul etmez aklın sesi. Nasıl olsun ki! Ondandır ki ötesi de yoktur. Ondandır ki sonuncu iddiasındadır. Mucizeye ihtiyaç yoktur onun ikna etmek için insanları. Hayata gelebilmek, Cogito Ergo Sum demek mucizenin tam da kendisi olmalıdır zaten.
Yaşadıklarını bilmediğimiz bugün metaforik karakterler olarak değerlendirilmesi gereken fakat herbirinde birer mesaj bulunan isimlere bakalım beraber; İbrahim akıl ederek Tanrıyı bulmuştu mesela. Verdiği sözü tutma örneği olmuştu. Bugünden çok da uzak olmayan, insanların kurban edildiği bir çağda insanı kurban edilmekten çıkarması dikkate değer değil midir? Haksızlığa karşı içinde yaşadığı saraya başkaldıran kekeme Mûsâ’ya ne dersiniz peki? Rabbiyle konuşması olmasına takılmadan hürriyete götürmesini halkını? Izak’in kıldığı ayrıcalıkları yine onun bir üyesi olan İsa’nın kaldırışına ne demeli peki? “Devrime burjuvazi önderlik eder” mesajını göremez miyiz sizce bu öyküde? Cenneti sırf bir akrabalar topluluğuna ait olmaktansa iman eden tüm insanlığa ırk, cinsiyet ya da servet farkı gözetmeksizin matuf kılmaz mı İsa? Bütün bu öykülerde anlatılanların hepsi mucizeler eliyle olmuştur okuyanlar bilir. Mucize ise akla yatkın değildir.
Beğenmemek için onlarca neden bulabileceğiniz, özellikle bugün kendine müslüman diyenlerden darbe yiyen son peygamber ise herkesin kabul etmek zorunda olduğu bir gerçeğin sahibi. O akla yatkın olmayan bir yöntem kullanmayan tek örnekti. Kendinden önce şekillenen metaforik karakterlerin insanlığın düşünsel dünyasındaki evrimine katkısını inkâr etmeden lakin “aklın ötesinde gidilecek yol yok” diyen ibn-i Sina’ların, Rüşd’lerin, Haldun’ların peygamberi insanın aklıyla oynamayandı.
Bugün bunlarla alay edercesine bir İslâm yaşanıyor. Tamamen akla aykırı. Ondandır kanaatimce çekmekte olduğumuz bu sancı. Din ticaretini ortadan kaldıran o değil miydi putları kırarak Kabe’deki?
Belli ki çok korktular O’ndan. Fazla da sürmedi zaten, “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyen Ali’yi yok ettiler önce. Ruhbanlaştırdılar yavaş yavaş. Komisyoncular soktular insanın kendisi ile arasına. Anlaşılmasını istemedikleri o kadar açık ki kitabı! “Biz bu kitabı anlaşılsın diye gönderdik” diyeni anlamak adına Türkçe okumak Türkçe dua etmek isteyenleri din düşmanı ilan etmelerine şaşmamalı.
SİMURG GİBİ YENİDEN
Bugün de öyle değil mi? Mucize beklediğimiz bir referandumdan üzüntüyle çıktık. Aynı çarmıhtaki İsa’ya üzüldükleri gibi üzüldük, 30 kuruş paraya sattığı gibi Yudas’ın, adaletsiz kaldık.
23 Nisan’a doğan güneş aydınlatacak günü. Türk milletinin “bitti” dendiği anda küllerinden yeniden doğduğu, hem de tüm dünyanın gözlerinin önünde, mazlumların hayran bakışları altında gerçekleşen mucizesinin habercisi güne uyandık. Bir ulusa, onun iradesinden başka hükmedecek yoktur diyerek kendi mucizemizi yarattığımız güne denk gelecek, 1438 yılının bu akşamki Miraç gecesi.
“Cibril’in inişi için insana hüzün ve keder gerek, peki ya Cibril’i bile geride bırakacak Miraç için? Hani sizi yedi kat semanın üzerine uçuracak Refref’iniz, hani üzerine bineceğiniz Burak?” diyor bir düşünür. Şimdilerde hüzünlüyüz evet, ondandır ki bir o kadar da yakın olmalıyız gündüze.
Aklın yolunda günahtır umutsuzluk. Nankörlüktür cömertliğine karşı Yaradanın. Yakışmaz vazgeçmek gerçekten. O halde bu gece; kendi mağaramıza çekilme zamanıdır. Bu gece, sabaha giden yolda yalnız kalmanın vaktidir.
