EKMEK YOKSA PATATES YESINLER !!!
Latin Amerika’da, tam olarak Peru’da neredeyse onbin yıldır bilinen ve yenilen patatesin sofralarımıza Parmentier adında bir fransız tarafindan neredeyse zorla getirildiğini biliyor muydunuz ?
Tam adıyla Antoine Augustin Parmentier 1737’de daha sonraları 1. Dünya savaşında yerle bir olacak olan Montdidier’de doğmuştur. Küçük bir tüccar olan babasının inişli çıkışlı ticaret hayatı yüzünden okula gidememiş, temel eğitimini annesi ve kasabanın başpapazdan almıştır. Asıl mesleği askeri eczacılıktır, ama daha sonraları kendini geliştirerek agronomi, hijyen ve beslenme konularında uzmanlaşmıştır.
Yiyeceklerin uzun sure korunması, yeni yiyeceklerin kullanılması çalışmaları, ama en önemlisi de Avrupa’da patatesin temel besinlerden biri haline getirmesi sayesinde deyim yerindeyse beslenme ve mutfak kültüründe yeni bir çığ açmış, kıtlıkların azalmasında önemli bir pay sahibi olmuştur.
Uzaktan bir akrabası tarafından eczacı çırağı olarak yetiştirilen Parmentier, kendi eczanesini açamadığı için orduya yazılmış, özellikle bir dizanteri salgınında bir çok askerin hayatını kurtararak kendini kanıtlamıştır.
1756-1763 yılları arasinda süregelen 7 yıl savaşlarında inanılmaz bir şekilde tam beş defa ( evet, 5 defa) Prusyalılara esir düşmüş, fakat her defasında esir takasında Fransa’ya gönderilmiş ve özgürlüğüne kavuşmuştur.
Işte bu büyük burunlu mösyönün Amerika kıtasından getirilen patatesle karşılaşması da bu esaret zamanlarında gerçekleşmiştir. O dönemlerde sadece domuzlara yedirilen patatesin Almanya’da fransız savaş tutsaklarına da yedirildiğini görmüş, her türlü iklimde rahatça yetiştirilebilen bu sebzenin besin değerlerini araştırmaya yönelmiştir.
Aslında patates Avrupa’ya çok daha önceleri getirilmiş ama önyargılar ve yasaklar yüzünden bir türlü yayılamamıştı. Soyluların, ortaçağdan kalan, toprak altında yetişen besinlerden uzak durmaları patatesin genel bir mutfak malzemesi haline gelmesini daha da zorlaştırmıştı.
Parmentier, Fransa’ya döndüğünde çalışmalarını yoğunlaştırmış ve insanların, yiyenlerde cüzzama neden olduğuna inandığı patatesi Paris’in neredeyse göbeğinde yetiştirmeye başlamıştır.
Patatesin buğdaydan daha zengin, daha rahat yetiştirilebilir bir bitki olması gerçeğini bilimsel makalelerle açıklamasina karşın, açlıktan ve dengesiz beslenmeden muzdarip halk bu sebzeye burun kıvırmaya devam etmiştir.
Bunun üzerine Monsieur Parmentier dahiyane bir pazarlama taktiğiyle patatesin Fransa’nın temel besinlerden biri haline gelmesini sağlamıştır :
Sarkozy’nin sonradan neredeyse yirmi yıl belediye başkanlığı yaptığı ve halen oturduğu Neuilly bölgesinde krala ait verimsiz topraklarda patates yetiştirmiş, krallık muhafızlarının bahçeleri yalnızca gündüzleri korunmasını önererek halkın merakını ve iştahını kabartmıştır – Unutmayalım ki en tatlı meyveler, yasaklanmış olanlardır.
Aynı Parmentier, Versailles Sarayı’nın bahçesinde kral XVI. Louis ve kraliçe Marie-Antoinette’e patates fidanlarından hediye etmiştir.
Fransız devriminin başladığı gün olan 14 temmuz 1789’da tuttuğu günlüğüne “rien” yani « hiçbir şey » yazan kral, daha sonra giyotinde can verecektir. Paris’in en büyük meydanı olan Place de la Concorde’ta onunla aynı kaderi paylaşan ve haksız yere Rousseau’nun « ekmek yoksa pasta yesinler ! » sözü maledilen Marie-Antoinette, söylese söylese, belki de « ekmek yoksa patates yesinler ! » diyecekti !
Halk arasında kısa surede krallık bahçelerinde çok değerli, nadir bir sebzenin yetiştirildiği dedikodusu yayılmıştır. Ardarda gelen kuraklıklardan kırılan ve abartılı bir şaşaa içerisinde yaşayan kraliyet ailesine bir imrenen Paris halkı, geceleri askerler nöbet zamanı bitip tarlaları terkettiğinde buralara akın etmiş, ve korunmasız görünen kraliyet topraklarına girerek patates çalmaya, evlerinde gururla “yalnızca hanedan ailesinin ve soyluların yiyebildiği” sebzeleri yemeye başlamışlardır.
Yavan tadına rağmen kısa sürede bir halk besini haline gelen patates, yalnızca Fransa değil, özellikle Fransız devrim savaşları sayesinde yayıldığı bütün Avrupa’da halk tarafından tüketilmeye başlanmıştır. Öyle ki Parmentier devrimden önce kral, daha sonra da Napoléon Bonaparte tarafından ödüllendirilmiş, Voltaire’den teşekkür mektupları almıştır.
Ömrü boyunca evlenmeyen Parmentier 1813 yılında Paris’te ölmüş ve Ahmet Kaya’dan Jim Morisson’a, Oscar Wilde’dan Yılmaz Guney’e, Chopin’den Balzac’a ünlülerin « uyudugu » Père-Lachaise mezarlığına gömülmüştür.
Bugün bile Fransız mutfağında patatesli bazı yemekler onun adıyla anılır. Ünlü “hachis parmentier” (kıyma etli bir patates püresi yemeği) bunlardan biridir.
Sinan BELLİ
Conservatoire Nationale des Arts et Métiers (Ulusal Bilim ve Sanatlar Konservatuvarı)
Ecole du Louvre
Kaynakça :
Olivier Lafont : Parmentier, au delà de la pomme de terre, 2013
Laurence Bérard, Philippe Marchenay : Des pommes: l’histoire, la culture et la diversité, 2003